Yeşil sahalarda bazen büyülü bir ana tanıklık ederiz.
O çok beğendiğiniz yıldız, topu daha ayağına alırken hissedersiniz büyüyü.
Kaleye bakar, topu düzeltir ve tam vururken zaman adeta durur.
Top henüz kaleye gitmemiştir ama tribünler ayaktadır, gol sesleri yükselir.
Bu büyülü anlarda ne tereddüt vardır, ne de kafa karışıklığı. Düşünülen veya planlanan bir şey de değildir zaten. Yalnızca olur.
Bu anlar, spor dünyasında “akış” olarak bilinir.
Zihnin sessizliğe gömüldüğü, düşünmenin tamamen durduğu, zamanın yavaşladığı ve kusursuzun kolay göründüğü bir an. Çünkü yarışmacı sporlarda, düşünmek çoğu zaman geç kalmak demektir. Milisaniyeler içinde verilen kararların gazete manşetlerini belirlediği bu dünyada, zihnin susması lazım ki, beden işini yapabilsin.
Akış da, bu geç kalmamanın sanatıdır.
Bu sanatı icra edebilmek kolay bir şey değildir elbette.
Yıllar süren antrenmanlar, tekrarlar, iniş çıkışlar, hata yapma cesareti ve en önemlisi, sporcu kimliğini sadece skorla tanımlamayan bir zihin yapısı gerekir.
Çünkü akış, sadece bedenin değil, zihnin de özgürleşmesiyle yakalanır.
O sezgisel karar alma hali ve düşünmeden kusursuzu yapabilme yetisi, bilinçsizliğin değil, iyi inşa edilmiş bir bilincin işidir.
Çünkü gerçek akış, farkındalığın içinde kaybolmaktır — kaybolduğunu bile bile.
Ancak bu büyülü alan kırılgandır.
Baskı, kaygı, iç ses, kendine güvenin zedelenmesi gibi faktörler akışı bir anda bozar ve sporcunun sezgisel akışı yerini zihinsel gürültüye bırakır.
Dolayısıyla sporcuyu bu akış anlarına taşıyacak zihinsel ortamı hazırlamak ve onu bu dengede tutabilmek, spor psikolojisinin yakından ilgilendiği bir alandır.
Çünkü akış, yalnızca performansın zirve yaptığı an değil, aynı zamanda sporcunun kendini en çok “kendi gibi” hissettiği yerdir.
Skordan, beklentiden, dışsal yargılardan sıyrıldığı; sadece oyunun kendisiyle baş başa kaldığı bir *zihinsel özgürlük alanı*dır.
Ve belki de bu yüzden, akış anları sadece maç kazandırmaz; sporcunun ruhunu da iyileştirir. Oyunla kurduğu ilişkiye anlam katar, motivasyonunu ve özgüvenini besler.
Akış, sadece sporculara veya sanatçılara ait bir ayrıcalık değil.
Bu yazıyı okurken zamanın nasıl geçtiğini fark etmediysen ve kendi gündemini unuttuysan, sen de bir bakıma akıştaydın.
Çünkü insanın kendini unuttuğu an, aslında kendine en çok yaklaştığı yerdir.
Dolayısıyla akış, sadece performansın değil; insan olmanın da en saf hallerinden biridir.