Aslında artık sadece rakamlar değişiyor. Son 10 yıldır ülkemizde yaşanmayan sosyo-ekonomik felaketler kalmadı. Her sorunun üzerine yeni bir sorun eklendi ve biz şaşırmamayı öğrendik.
Bireysel olarak bu yılların bende ki derinliği ne derseniz? 2024’de de 2025’de de büyük dersler aldım. Mesela benim için çok önemli olan aile, arkadaş kavramı değerini yitirdi. Ailenin sadece çocuklar ve anne, baba yani çekirdek aile olduğunu kafama vura vura öğrettiler. Arkadaşlığın da sen ararsan arkadaşlık olduğunu, acıda olsa fark ettim. Yani doğurduğun evlat dışında; acını acı, mutsuzluğunu mutsuzluk, başarını başarı, mutluluğunu mutluluk kabul eden olmadığını geçte olsa anlamak, benim dünyamda, bana göre radikal karalar vermeme neden oldu. Haa bir de Allah’ın acımadığına acımamak gerektiğini uğradığım haksızlıklarla iyice belledim. Zira ben kimim ki, haşa Allah’ın hükmüne, hüküm verdim, vardır kurban olduğumun bir bildiği. E… yaşam denen döngüde sürekli eğitim içinde değil miyiz? Ben biraz geç eğitiliyorum hepsi bu… Şaka bir yana peki toplumsal olarak 2025’de ne haldeydik?
2025 yılı, ülkemiz için adeta “toplumsal sabır simülasyonu” gibiydi. Ekonomi gündemiyle sabah uyanıp, sosyal medyada bir anda sosyolog kesilip, akşam “yarın ne olacak” cümlesiyle uykuya daldık.
Her gün bir nedenle gözaltılar, tutuklamalar, siyasal çalkantılar, düşen uçaklar, patlayan –saldırıya uğrayan lojistik yerler derken… Biz şaşırmamayı öğrendik.
Dayanışma kavramını en çok afetlerde hatırladık, gündelik hayatta ise bireysel kurtuluş planlarıyla idare ettik. Toplum olarak kolektif bilinçle, bireysel yorgunluk arasında mekik dokuduk; kısacası Durkheim ile Freud’u aynı anda yaşadık.
2025’in en belirgin sosyolojik fotoğrafı şuydu: Herkes haklı, herkes yorgun ve herkes biraz da umutsuzdu. Güven duygusu daraldı, mizah genişledi. Çünkü bu ülkede insanlar ağlamayı bırakır ama dalga geçmeyi bırakmaz. Krizler kalıcılaştıkça normalimiz değişti; “idare eder” artık bir yaşam felsefesi oldu.
Peki, 2026’dan beklentimiz ne?
Açık konuşalım: Benim 2026’dan da bir beklentim kalmadı. Şahsi olarak geleceklere şaşıracağımı sanmıyorum. Tek dileğim anama, bacılarıma, yeğenlerime, evlatlarıma bir de sevdiğim birkaç dostuma, yol arkadaşıma Allah’tan sağlık ve uzun ömür… Hepsi bu…
Anlayacağınız, mucize değil, nefes istiyoruz. Toplumsal olarak daha az gerilmek, daha çok anlaşılmak; daha az bağırmak, biraz da dinlenmek istiyoruz. 2026’ya girerken beklentimiz büyük değil ama samimi: Adalet duygusunun güçlenmesi, geleceğe dair cümle kurarken “ama” ile başlamamak ve sabah haberlerini izlerken kalp ritmimizin bozulmaması.
Yeni yıl dileğimiz sosyolojik olarak net: Evet yorulduk ama hâlâ buradayız. Hâlâ birlikte gülüyor, birlikte üzülüyor ve hâlâ daha iyi bir yarının mümkün olabileceğine inanıyoruz. Belki de umut dediğimiz şey, tam olarak budur. Daha az travma, daha çok temas; daha az kutuplaşma, biraz daha “biz”. Olur mu? Bilinmez. Ama bu toplum umut etmeyi hâlâ inatla sürdürüyor. Zaten bizi ayakta tutan da tam olarak bu inat...
Biliyoruz ki her karanlığın sonu mutlaka aydınlıktır. Bireysel olarak da toplum olarak da aydınlık yarınların artık çok çabuk gelmesi dileği ile… Herkesin umutlarının yeşereceği sağlıkla, huzurla, barışla yaşayabilecekleri bir yıl diliyorum. Kötü espriyi yapmadan olmaz. Seneye görüşmek üzere…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
