Yazdığım bu satırlarla birlikteyiz. 20. Yüzyılın son dönemlerinde bir gazetede haftalık yazılar yazmıştım. Mesleğim dışında zamanım siyasetle geçiyordu. Mesleğime ait bilgilendirmeler çok sayıda kitapçıkta toplanırken gazete yazılarım hemen tümüyle siyasetle ilgili idi. Şimdi de yazacaklarım hemen daima siyaset ağırlıklı olacak.
Kapsamı çok geniş olan siyaseti en basit şekilde “sorun çözme sanatı” olarak tanımlayabiliriz. Yani siyaset her zaman sorunlarla ilgilidir; ancak sorunlara nasıl baktığı, neyi çözüm saydığı zaman ve zemine göre değişiklik göstermektedir. Yazacaklarımda da bunlar etkin olacak.
20. yüzyıl boyunca bu bakışı belirleyen ana unsur ideolojilerdi. Özellikle iki kutuplu dünya düzeninde siyaset, sorunları ideolojik çerçeveler içinde tanımlar, çözümleri de bu çerçevelerden üretirdi. İdeolojilerin silikleştiği bu dönmede ise, siyaset aynı sorunlara çok daha farklı bir yerden yaklaşıyor.
İdeolojilerin güçlü olduğu dönemde siyaset, yoksulluk, eşitsizlik ya da işsizlik gibi sorunları kişi yönetimlerine bağlamaz, ekonomik yapıların sonucu olarak ele alırdı. Sağ ve sol arasındaki sert ayrımlar çoğu zaman çatışmalıydı; ancak siyasetin bir yönü, bir iddiası ve uzun vadeli hedefleri vardı. Sorunlar nedenleriyle tartışılır, çözümler için sadece gün değil gelecek de düşünülürdü. Dil sert ve zaman zaman dışlayıcı ama tutarlıydı. Eğitimden sağlığa, sosyal politikadan dış ilişkilere kadar pek çok alanda siyaset, toplumu dönüştürme iddiası taşıyordu.
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte büyük amaçlar yok olmaya başladı. Küreselleşme, neoliberal ekonomi ve dijitalleşme, ideolojilerin kapsayıcılığını aşındırdı. Siyaset giderek ideolojisizleşti. İlk zamanlarda daha esnek ve pragmatik bir siyaset vaadi sunuldu; ancak zamanla çözümler yerine sorun üzerine sorun ortaya çıktı.
Bugünün siyasetinde sorunlar artık yapısal olarak değerlendirilmiyor, geçici krizler olarak ele alınıyor. Örneğin yoksulluk, enflasyon ya da işsizlik, ekonomik sistemin sonucu olarak değil, geçici durumlar gibi sunuluyor. Çevre krizi ise üretim ve tüketim alışkanlıklarının sorgulanması yerine sembolik söylemlerle geçiştiriliyor.
İdeolojisizleşen siyaset, şimdilerde sorunları çözmekten çok yönetimleri ele geçirmeye odaklandı. “Neden” sorusu geri plana itilirken, “nasıl idare ederiz” sorusu öne çıkmaya başladı. Anketler, sosyal medya tepkileri ve kısa vadeli siyasi kazançlar, uzun vadeli politikaların yerini aldı. Siyaset, anlam üreten bir alan olmaktan çıkarak günü kurtaran bir yönetim anlayışına dönüştü.
Yazılarımda anlaşılmasını kolaylaştırmak için sorunları tek tek ele almayı düşünüyorum. Ama biliyorum ki birbiri içine geçmiş sorunlar bir bütünün parçası. İdeolojilerin yok sayıldığı günümüz gereği “tümden gelim” değil “tüme varım” ile yararlı olmaya çalışacağım.
Belki burada temel soru şu olabilir: İdeolojilerin katılığına dönmeden, siyasete yeniden yön ve derinlik kazandırmak olası mı? İdeolojiler zayıflamış olabilir; ama toplumların adalet, eşitlik ve gelecek arayışı hâlâ güçlüdür. Siyasetin değeri de bu arayışa vereceği yanıtla ölçülecektir.
