Siyaset, günlük yaşamda en az anlaşılan kavramlardan biridir. Kimi zaman bir hakaret gibi, kimi zaman da kaçınılması gereken bir uğraş olarak anılıyor. “Siyaset yapma” denildiğinde, gerçeği eğip bükmek, çıkar kollamak ya da kavgaya girmek ima ediliyor. Oysa siyaset insanlığın birlikte yaşama zorunluluğundan doğmuş en temel toplumsal uğraştır.
Siyaset en yalın hâliyle, toplumun ortak yaşamını düzenleme çabasıdır. Kimlerin hangi haklara sahip olacağı, kaynakların nasıl paylaşılacağı siyasetin alanına girer. Bu anlamda siyaset, yalnızca iktidar mücadelesi değildir; aynı zamanda bir ortak gelecek tasavvurudur. Siyaseti sadece parti rekabetine ya da meclis aritmetiğine indirgemek, onun asıl anlamını gözden kaçırmak olur.
Bugün siyaset, temel işlevinden giderek uzaklaşıyor. Günümüz dünyasında siyaset çoğu zaman sorun çözme sanatı olmaktan çıkıp, algı yönetimi tekniğine dönüşmüş durumdadır. Gerçek sorunlar yerine duygular konuşuyor; çözüm üretmek yerine taraflaştırmak tercih ediliyor. Sosyal medya çağında siyaset, derinlikli tartışmalarla değil, kısa sloganlarla, keskin cümlelerle ve sürekli gerilim üreten bir dil üzerinden yürütülüyor.
Peki siyaset nasıl olmalı?Her şeyden önce siyaset, ahlaki bir zemine dayanmalı. Ahlak, siyasetin düşmanı değil, onun meşruiyet kaynağıdır. Gücün sınırlandırılması, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap verebilirlik olmadan siyaset, kaçınılmaz olarak yozlaşır. İktidarın her şeyi meşru gördüğü bir yerde, siyaset kamusal bir hizmet olmaktan çıkar, kişisel ya da grupsal çıkarlara hizmet eden bir mekanizmaya dönüşür.
İkinci olarak siyaset, kapsayıcı olmak zorundadır. Çoğunluğun iradesi kadar azınlıkların haklarını da gözetmeyen bir siyaset, demokrasinin ruhunu zedeler. Kadınların, gençlerin, emeklilerin, emekçilerin, engellilerin ve dışlanan kesimlerin siyasal süreçlere gerçek anlamda katılmadığı bir düzen, sürdürülebilir değildir. Siyaset, yalnızca güçlülerin sesini büyütmek değil, sesi kısık olanları da duyulur kılmaktır.
Üçüncü olarak siyaset, kısa vadeli kazançlar yerine uzun vadeli sorumluluklar üzerinden yapılmalıdır. Bugünü kurtaran ama yarını tüketen politikalar, siyasal başarı değil, toplumsal iflastır. Eğitimden çevreye, şehircilikten tarıma kadar birçok alanda alınan kararların etkisi yıllar sonra ortaya çıkar. Bu nedenle siyaset, seçim takvimine sıkışmış bir refleks olmaktan çıkmalı, kuşaklar arası adalet duygusunu merkeze almalıdır.
Bugün ise siyasetin büyük ölçüde profesyonel (!) kadrolar, iletişim ekipleri ve ekonomik güç odakları tarafından şekillendirildiği bir tabloyla karşı karşıyayız. Yurttaşın siyasete katılımı çoğu zaman sandıkla sınırlı kalıyor. Bu durum, siyaset ile toplum arasındaki mesafeyi büyütüyor; güvensizliği derinleştiriyor. İnsanlar siyaseti kendi hayatlarını iyileştiren bir araç olarak değil, kendilerinden uzak bir güç alanı olarak görmeye başlıyor.
Siyaset, ne bütünüyle kirli bir alan ne de dokunulmaz bir kutsallıktır. Onu değersizleştiren şey varlığı değil, nasıl yapıldığıdır. Yeniden insan merkezli bir anlayışla itibar kazanabilir.
