LGS 2025 bitti şükür. Herkes için hayırlısı olsun. Her sene aynı tablo, aynı hayal kırıklıkları, aynı gözyaşları, öfke, üzüntü, kızgınlık.. Sınavdan ağlayarak çıkanlar, stresten bayılanlar, koca bir yıl emeklerinin boşa gittiğini düşünenler, o kadar başarılı bir yıl geçirmesine rağmen kendini başarısız hissedenler…Ne için? İyi bir lise için.
Öğrencilerin en az %85’i başarısız olarak hissettiriliyor veya etiketleniyor sınavdan sonra hiç hak etmedikleri halde. Nitelikli okul sayısı az olduğu için, aslında gayet iyi netler çıkarmalarına rağmen kazanamamış dolayısıyla başaramamış algılanıyorlar. Ve bu ağır duygusal yükle baş edebilmek bu yaşta hiç kolay değil onlar için. Aile ve çevre baskısı da eklenince topla toplayabilirsen yavruları.
Bu sene nedense daha fazla öfke ve sitem var sisteme karşı her kesimden. Ben ise sistemin hem içinden, hem dışından biri olarak aynı şeylerin unutulup tekrar yaşandığını düşünüyorum.
Sınav bu sene daha zordu, öfke ve üzüntü de bunaydı muhtemelen. Ama bana göre zor olmak zorunda zaten. Geçen sene kolaydı 352 öğrenci 500 tam puan aldı. E ne oldu? Yine kimse mutlu değildi. “Nasıl yerleşecek bu öğrenciler” dendi. Zirvede yığılmalar yaşandı.
Mevzu sınavın zor olması değil. Fen lisesine öğrenci seçen sınav zor olmalıdır zaten. Ona göre yetenekli öğrenci alacak çünkü. (Ve hatta o öğrenciler daha ilkokulda kendini belli eder, tüm öğretmenler de bunu bilir.)
Sorun; sınavın eşit koşullarda koşulmaması. Devlet okulunda (belki de sadece bazılarında) sürekli müfettişler deneme sınavı ve takviye kitap baskını yaparken, malum yasaklandı güya, özel okulların çatır çatır deneme sınavı yapması mesela.. En anlamsız, adaletsiz yasaklardan biri.
Sorun; yoksul öğrenciyle, zengin öğrencinin kaliteli eğitime erişiminin arasında nispeten uçurum olması mesela. Etüt, özel ders, özel sınav koçu ayrıcalığı ile deneme sınavı, takviye kitap bile olmadan arayı kapatma çabası.
Sorun; bu sınavın tek sınav ve tek alternatif olması. Meslek lisesi öğrencisiyle, fen lisesi öğrencisini, özel okul öğrencisiyle nitelikli okul öğrencisini aynı sınavda ölçüp seçmeleri. Tek sınav ölçeği asla başarıyı doğru ölçemez. Başarı algısı tek olamaz. Her sene bunlar yaşanır, seneye aynı şeyler yine yaşanacak.
Nitelikli okul sayısını “biraz” artırmak sistemi rahatlatabilir. Ama hatırlayın geçmişte hepsini Anadolu lisesi yaptılar, düz liseyi kaldırdılar güya ne oldu? Olmadı. Eski orijinal Anadolu liselerini “Nitelikli Anadolu Lisesi” diye ayırdılar. Üniversitelerin sayısı çılgın gibi arttı mesela ne oldu? Neye faydası var? Yani demem o ki, talep var diye sayıyı abartmak yine çözüm olmayacaktır.
Sorun; herkesin Fen liselerini hedeflemesi, başarı algısı tek olduğu için. Tabi ki hedeflenebilir ama dediğim gibi o kriterdeki çocuk kendini ilkokuldan belli eder zaten. En kötü tarafı “Kazanamazsan kötüsün, yeterince iyi değilsin, başarısızsın” algısının iyice yerleşmesi.
Şimdi bu algı nerden geldi, kim yerleştirdi sisteme? Temizlemek mümkün mü? Onu tartışmalıyız. Çünkü sınav sistemi deevvv bir endüstri artık. Okulu, öğretmeni, özellikle yayın evleri hepsi ama hepsi bu çarktan faydalanıyor. Satış ve ticaret “Sınav kazandırma” politikası üzerinden işliyor. Sınavı kazandıran okul- dershane, sınav kazandıran öğretmen- öğrenci koçu, sınavda soru yakalayan kitaplar- deneme sınavları…Hepsi ama hepsi bunları yapabiliyorsa başarılı addediliyor. Öğrenci ise temel malzeme sanki.
Çocuklar bu sisteme “yem” ediliyor resmen. Sınavda bir öğrenci masasının üzerine şu cümleyi yazmış: “Hiçbir şey yapmamış gibi suçlu, her şeyi yapmış gibi yorgun ve halsizim” daha 14 yaşında bu çocuk.
Sınavın varlığını değiştiremeyiz ama sınava yüklediğimiz anlamı değiştirebiliriz. Başarıyı hedefleriz, ama başarı algımızı değiştirebiliriz.
Çocuklarımızı korumak zorundayız. Sistemin ağır yükünden de, sınavın yan etkilerinden de…