10 Kasım…
Bir milletin kalbinde aynı anda hem gururun hem hüznün yankılandığı gün. Saatler 09.05’i gösterdiğinde sadece bir insanın değil, bir çağın durduğunu hissederiz. Çünkü o an, bu topraklara yeniden hayat veren bir liderin nefesi kesildiği andır.
1881’de Selanik’te başlayan bir yaşam…
Bir çocuğun adının "Mustafa" konulduğu, sonra bir öğretmenin ona “Kemal” adını verdiği, ardından tüm bir ulusun “Atatürk” diyerek saygıyla andığı bir öykü. O, sıradan bir asker olmayı değil, halkının kaderini değiştirmeyi seçti.
Cepheden cepheye koştu; Trablusgarp’ta, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da…
Bir elinde kalem, bir elinde kılıçla savaş verdi. Vatanı kurtarmakla kalmadı; onu yeniden kurdu.
Cumhuriyet’i ilan ettiğinde takvimler 29 Ekim 1923’tü.
O, saltanatın gölgesinde değil, milletin iradesinde bir ülke hayal etti. Kadınların seçme hakkını savundu, harfleri değiştirdi, fabrikalar kurdu, eğitimi yeniledi. Kısacası, bir halkı “tebaa” olmaktan çıkarıp “vatandaş” yaptı.
Bunu yaparken sağlığını, özel hayatını, uykusunu, huzurunu feda etti.
Geceleri ışıkları sönmeyen Çankaya Köşkü’nde, bir ulusun yarınlarını planlamakla geçti ömrü.
Ama yıllar geçtikçe bedeni bu yüke dayanamadı.
1938 yılı… Hastalık artık gözlerinden okunuyordu. Siroz teşhisi konduğunda bile “Milletime söylemeyin, üzülmesinler” dedi. Son haftalarında Dolmabahçe Sarayı’nın o geniş, hüzünlü odasında her nefesini vatanı için verdi.
Doktorları çaresizdi, o ise hâlâ ülkesini düşünüyordu. “Hatay benim şahsi meselemdir” diyecek kadar yüreği hâlâ halkının davasındaydı.
Ve 10 Kasım sabahı, saat 09.05’te, Dolmabahçe’nin duvarları sessizliğe büründü.
Yaveri saatini durdurdu. O an, Türkiye ağladı. Bayraklar yarıya indi, kalpler kırıldı.
Ama o ölmedi; çünkü fikirleri kalplerde yaşamaya devam etti.
Atatürk’ün naaşı önce Dolmabahçe’de, halkın gözyaşlarıyla vedalaşması için günlerce bekletildi. Ardından büyük bir törenle Ankara’ya getirildi. Onun ardından yürüyen yüz binler, sadece bir lidere değil, kendi özgürlüğüne yürüdüğünü biliyordu.
Emaneti Anıtkabir’e ulaşmadan önce geçici olarak Etnografya Müzesi’nde 15 yıl boyunca istirahat etti. Nihayet 10 Kasım 1953’te, doğduğu topraklardan getirilmiş toprakların üzerine, Anıtkabir’de ebedi istirahatine kavuştu.
Bugün hâlâ 09.05’te hayat duruyorsa, o sadece ölümün değil, ölümsüzlüğün saatidir.
O Türk Milletinin tebaa olarak yaşamaması için kısacık bir ömre neler sığdırmadı ki?
57 yıl süren bir ömür…
Yoklukla, savaşla, acılarla geçen vatanına adadığı bir yaşam…
Çocukluğunda başlayan çevre şartlarından dolayı yaşadığı hastalıklar(sıtma, mide ülseri, karaciğer sirozu, miyop, bronşit ve kronik yorgunluk) olmasına rağmen ayyaş denilip sirozdan ölümünü açıklayan zihniyet…
57 yıllık ömründe ölüm nedenini sigara ve içki olarak anlatanlara bir kez daha hatırlatma gereği duyarak, onları vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum.
Trablusgarp Savaşı’nda kurşunun dürbüne isabet etmesiyle gözünden yaralanması,Çanakkale Cephesinde 10 Ağustos günü şarapnel parçasının göğsüne isabet etmesi bir cep saatinin onu ölümden kurtarması,Kafkas Cephesi apandisit ve mide ülseri,Suriye Cephesinde atının yanında top mermisinin patlaması,Kurtuluş Savaşı’nda ölümle tehdit edilerek İstanbul Hükümeti tarafından idam kararının alınması.
Zindana atılması, salgınla mücadele etmesi, açlıkla-soğukla baş etmeye çalışması, uykusuz geceleri, çocukluğundan kalan hastalıkları, yaşadığı psikolojik savaşlarıbunlardan bahsetmiyorum bile…
Sorarım size ;çocuçocuğu, olmayan ve askerliğinde en üst rütbelere gelerek hayatını daha uzun ve huzurla yaşayabilecekken, neden bir milleti tekrar ayağa kaldırıp, Türk kimliğini bize tekrar vermek için, bir insan bu derece ömrünü heba eder?
Kim ki ayyaş olduğunu, çapkın olduğunu hala diline dolarsa, Allah katında en büyük günahkârdır.
O yüzden, lider olmakta,dünyanın kabul ettiği ve saygı duyduğu lider kalmakta öyle kolay değildir.
Birilerinin tebaası olmaksa niyetiniz, Ataların Ata’sının evlatlarının görevi, bize bıraktığı en büyük mirası, özgür düşünceye, onurlu yaşama kanının son damlasına kadar sahip çıkmaktır.
Ve biz her 10 Kasım’da değil, her gün, bu ülkeyi biraz daha onun hayal ettiği yere taşımaya çalışmalıyız ki ruhu huzur bulsun.
Ruhu şad olsun. Sonsuza kadar… Atatürk… İlla Cumhuriyet, İlla Atatürk!
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
