Her toplum dönem dönem ahlâkî sarsıntılar yaşar; ancak bazı dönemler vardır ki çürüme bireysel hatalardan çıkıp sistematik bir özellik kazanır. Bugün Türkiye’de yaşanan sorunların çoğunda —gündelik ilişkilerden siyasete, iş ahlakından aileye kadar— görünmez bir ortak payda var: ahlâkın aşınması. Peki, bu çöküş nasıl başladı, hangi sosyolojik dinamiklerle derinleşiyor?
Bu sorunun yanıtı, yalnızca “insanlar bozuldu” kadar basit değil. Toplumsal yapıdaki dönüşümler, kurumların zayıflaması, ekonomik baskılar ve modernleşme sürecinin sancıları birleşerek bir ahlak krizini besliyor.
Durkheim: “Toplumsal çözülme, kuralsızlıkla başlar”
Toplumsal çözülmeyi en net anlatan sosyolog ÉmileDurkheim’dı. “Anomi” dediği kavram, bireyin toplumla bağlarının zayıfladığı, normların anlamını yitirdiği dönemleri anlatır. Türkiye’de son yıllarda yaşanan ekonomik dalgalanmalar, hızlı kentleşme, gelir eşitsizliği ve toplumsal adaletsizlik duygusu, bireyde “herkes kendini kurtarsın” psikolojisini güçlendirdi.
Bugün trafikteki saygısızlıktan kamu kaynaklarının kötüye kullanılmasına kadar geniş bir alanda gördüğümüz şey tam olarak Durkheim’ın dediği:
Kurallar var gibi ama kimse uymuyor; uymayan da ceza görmüyor.
Weber: “Rasyonalite çökerse etik de çöker”
MaxWeber, modern toplumun akılcılık üzerine kurulu olduğunu söyler. Ancak Türkiye’de kararların çoğu uzun vadeli toplumsal yarara değil, kısa vadeli çıkarlara göre alınıyor. Bu da “hesaplanabilir, güvenilir bir düzen” yaratılması yerine belirsizliği artırıyor.
Belirsizlik ise en çok ahlakı aşındırır. Çünkü insanlar doğruyu yapmanın bir karşılığı olmadığını, yanlış yapanın ise “kurnaz” olarak görüldüğünü hissettikçe
ahlâk bir erdem olmaktan çıkıp saflık işareti hâline gelir.
Bauman: “Akışkan toplumda değerler de erir”
Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramı, günümüz dünyasını en iyi özetleyen analizlerden biri. Bauman’a göre modern insan hız, tüketim ve geçicilik odaklı yaşadıkça, uzun vadeli sorumluluklar yük olmaya başlar.
Türkiye’de sosyal medya kullanımından siyasal kültüre kadar geniş bir alanda bu geçicilik kültürünün etkisini görüyoruz:
Bir skandal yaşanıyor, bir hafta sonra unutuluyor.
Bir haksızlık ortaya çıkıyor, gündem değişince tamamen buharlaşıyor.
İnsan ilişkileri bile “blokla–sil–yeniden başla” hızına mahkûm.
Böyle bir ortamda ahlak, sabır gerektiren bir tutarlılık pratiği olmaktan çıkıyor.
Simmel: “Metropol insanı duyarsızlaşır”
Georg Simmel, büyük şehirlerin insanları “duyarsızlaştırdığını” söyler. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde tam da bu yaşanıyor. Kalabalık, gürültü, ekonomik rekabet ve yaşam mücadelesi insanların empati kapasitesini aşındırıyor.
Komşuluk ilişkilerinin zayıflaması, apartmanlarda bile birbirini tanımayan insanlar, sokakta gördüğü haksızlığa kayıtsız kalan bir toplum…
Tüm bunlar Simmel’in yüz yıl önce anlattığı şeyin birebir karşılığı.
Türkiye’ye özgü bazı dinamikler
Elbette mesele yalnızca kuramlarla açıklanamaz; Türkiye’ye özgü bazı sosyolojik etkenler de çöküşü hızlandırıyor:
1. Ekonomik kaygılar
Sürekli artan yaşam maliyeti, insanları hayatta kalma moduna sokuyor. Hayatta kalma psikolojisi ise genellikle etik davranışları geri plana iter.
2. Kurumlara güvensizlik
Adalet, eğitim, siyaset, medya… Kurumlara güven tarihsel olarak düşük.
Güven olmadığında insanlar kendi küçük çevrelerine kapanır, toplumsal ahlak çöker.
3. Aile yapısının dönüşümü
Teknoloji, yoğun iş temposu ve ekonomik sıkışma, aile içi bağları zayıflatıyor. Aile, ahlaki değerlerin ilk kaynağıdır; oradaki kırılma toplumun her yerine yayılıyor.
4. Sosyal medya kültürü
Dürüstlük değil, gösteriş; çalışkanlık değil, dikkat çekmek; toplumsal fayda değil, izlenme sayısı ödüllendiriliyor.
Peki çıkış yolu?
Ahlâkî çöküşten çıkış bir günde olmaz ama mümkündür. Bunun için:
Kurumların yeniden güvenilir hâle gelmesi
Eğitimde değerler eğitiminin nitelikli ve ideolojiden arınmış şekilde verilmesi
Toplumsal adalet duygusunun güçlendirilmesi
Sivil toplumun genişlemesi ve katılım kültürünün yayılması
Medyanın sorumlu yayıncılık yapması gerekiyor.
Durkheim’ın dediği gibi, toplumun sağlığı ortak normlarda buluşmaktan geçer. Bugün yaşanan ahlâkî aşınma kader değil; doğru politikalarla, güçlü kurumlarla ve toplumsal yüzleşmeyle çözülebilir.
Belki de asıl sorumuz şu olmalı:
Değerlerimizi gerçekten yitirdik mi, yoksa onları yeniden tanımlamaya mı çalışıyoruz?
Son Söz: Türk toplumu aslında tekrar dizayn ediliyor ki bu dizayn 25-30 yıl önce başladı. Bir topluma uzun süre hükmedebilmek için onun kültürünü, gelenek- göreneklerini, vicdanı, ahlaki ve etik değerlerini yok etmeye başladığınızda, yeni düzen istediğiniz gibi oluşur. Bu memleketin siyasileri, yıllardır insan üzerine oynar. Daha önce etnik çatışma, sonra siyasi kaos… Hepsinde böl- parçala- dağıt tekniği uygulansa da Türk toplumu genlerinden gelen işbirlikçi, savaşçı tavrını gerektiğinde kullandı. Hal böyle olunca,bu toplumu tekrar dizayn etmenin tek yolu kaldı ki şu an yaşanan ahlak sorunun temeli, Aç bırakmak,,, Maddi olarak çıkmaza sokmak… Ne diyeyim, bizi yönetenlere Allah akıl fikir, bize de bolca akıl sağlığı versin…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
